Ziya Keskinışık ve gazetecilik…
İlk zamanlar korkar, çekinirdim.
Uzun boylu, heybetli, ve yakışıklıydı…
Gölgesi ağırdı.
Yolda karşılaştığında, farkında olmadan çeketini iliklersin.
Saygıyla konuşursun, ama dokunamaz ve yılışamazsın.
Enteresan bir görünmez duvarı vardı.
Ama çok daha önemlisi yüz mizacıydı.
Çatık kaşlı, sert bakışlıydı.
Hep sinirli gibiydi.
Yani asık suratlıydı bir nevi.
Bütün bunlara ilk satırı eklediğinizde,
Ortaya karizmatik, etkileyici ve baskı kuran bir figür çıkıyordu.
Ortada henüz ses, nefes ve tavır yok!
Bu kadarına bile biat ediyor insan.
İlk sohbetimiz defalarca karşılaşmamızdan yaklaşık bir yıl sonra oldu.
Mesleğine, mesleğinin o güçlü itibarına, onuruna ve ilkelerine kördüğümle bağlı bir adamla diyaloğumuz böylece başladı.
Dünyanın en kibar, en nezaketli, en babacan adamıyla tanışmışım, ama bir o kadar altı çizilesi anlatım, vurgulu ifade, keskin eğitimine başlamışım habersizce.
Çünkü gençlik işte! hoyrat muhabirlik yılları yaşasak da, yani kılık-kıyafetine dikkat etmeyen, tavır ve davranışta yılışık, dilimiz bozuk olmasına rağmen bu durumu kabullenmiş ama boş durmamış kendince startını vermişti.
O diyalogdan sonra ne zaman nerede karşılaşırsak karşılaşalım, hep bir nasihat, hep eğitim, hep bir görgü kuralları, hep bir talimat….
Bıkmadan usanmadan yıllarca sürdü bu eğitim çaktırmadan, hissettirmeden.
“Bak oğlum!
Davranışlarınıza dikkat edin!
El şakalarından vazgeçin, yılışık olmayın.
Dilinize dikkat edin.
Resmî toplantılarda( Vali, Belediye başkanı vs) resmî giyinin.
Anlıyorum alanda ve sokaktasınız!
Ama ofisinizde elinizin altında yedeğinizde bir ceket, bir gömlek, bir kravat bulundurun.
Temiz ve şık olun.
Doğru olun, doğru görün, doğru yazın!
Siz gazetecisiniz!
Toplumu doğru ve güvenilir olarak bilgilendirmekle görevlisiniz.
O yüzden toplum sizi her açıdan örnek alır.
Sen kötü örnek olursan, o toplumu da kirletirsin.” demişti.
Hatta güzel bir örnek de vermişti.
“Gazeteciler hangi restorana giderse, hangi marketten alışveriş yaparsa, hangi mağazadan giyinirse, toplum seni takip ettiği için, aynı yerlere gider.
O yüzden kötü reklamın parçası olmayın.”
Vs. Vs.
Daha sayamayacağım öğütler…
Özellikle 2000’lerin başında on yıldan fazla çalıştığım Sabah+ATV grubuna el konulunca, mesleğe ilk başladığım yerele döndüm.
Valiliğin karşısında on metre karelik bir dükkanda günlük gazete çıkarmaya karar verdim.
Mersin Postası…
Özgür ve bağımsızız.
Sevgili Serdar Keskinışık’ın desteğiyle, sabah, öğlen bisküvi yiyerek gazetecilik yaptığımız yıllar…
Bizi cesaretlendirenlerin sayesinde…
Haftanın dört günü Ziya Keskinışık ağabeyim, haftanın iki günü Gündüz Artan ağabeyim ve haftanın yine iki günü Mustafa Özgür şefim.
Önce Gündüz Artan ağabeyi kaybettik, ardından Mustafa Özgür’ü…
Cumartesi Günü’de Ziya Keskinışık ağabeyimizi kaybettik…
Öksüzlüğü iliğime kadar hissettiğim gün oldu o gün…
Hatta o günlerde bir belediyenin yolsuzluk dosyası gelmişti.
Onbeş günlük araştırma ve kaynaklardan doğrulamadan sonra, Ziya Ağabeyimle birlikte yayına gireceğim gün, bir, iki arabulucu geldi.
Yayınlamamam için büyük bir meblağ teklif edildi.
O yıllarda resmî ilanlı bir gazete 7 bin TL’ye satılmıştı.
İki gazete alma şansın vardı.
Gayri ihtiyari Ziya ağabeyime döndüm!
Tavana, duvara baktı, sonra dışarı çıktı.
Beni bana bırakmıştı.
Ama o zamana kadar bile öyle bir usta eleğinden geçmiştim ki habersizce,
Onları reddedip göndermem otuz saniye bile sürmedi.
Sonra dışarı çıktım Ziya ağabeyime bakarak, “Abi şu sayfayı bitirelim mi?” dedim, mağrur bir tavırla.
İlk defa çaktırmadan gözleriyle güldüğüne şahit oldum.
Sarmış ve kucaklamıştı sanki beni.
Ertesi gün haber patladı.
Kısa bir süre sonra ömrünü verdiği partisinin o belediye başkanı hakkında soruşturma açıldı ve tutuklandı.
Sınavı verdik mi? Sınıfı geçtik mi? Okulu bitirdik mi? Bilmiyorum.
Ama ben bu dik adamı kendime örnek almıştım.
Nasihatlarını mıh gibi işlemişim beynime.
Ertesi gün pişman olduğumu düşünmüş gibi nasihatlara devam etti.
“Bak oğlum!
Haksızlığa uğradığında, elbette hakkını sonuna kadar ara!
Ama bilmen gereken şu!
Gazetecilik meslek değildir!
Ticari alan hiç değildir!
Bu işten para kazanmayı amaçladıysan, derhal vazgeç! Amacın buysa gazeteci değilsin! Olamazsın!
Çünkü istisnai durumlar hariç bu işten para ka-za-nıl-maz!..
Zengin gazeteci olmazzz!
Gazetecilikten zengin olunmaz!
Dik adamın bana 30 yılda yaptığı nasihatların toplam özetini sundu o gün.
Kendi kendime diyorum ki;
“Ev alamamış, araba alamamış, yazlık alamamış, yılda on gün tatil yapamamış, yurt dışı görememiş, çocuklarına ve eşine omurgalı, onurlu, dürüst ve namuslu bir isim dışında bir şey bırakamamış”
Ama hayatına bakıyorum, yazdıklarına bakıyorum, yaptıklarına bakıyorum, otuz yılda bir kere yalakalık yapmamış, kıç yalamamış, bir işadamına, siyasetçiye, başkana, kamu kuruluşuna gidip bana abone olun, reklam verin, para verin dememiş.
Hatta eli arkasında çektirdiği resimleri topluma yapılmış bir ayıp saymış ve kendini topluma ihbar etmişti.
Halbuki İstese birinci sınıf bir hayat yaşardı.
Sonra hayatı gözümün önünden tekrar film şeridi gibi geçiyor.
Hemen hemen hergün çarşıda, en şık, en temiz kıyafetleri ile Jöntürk gibi dolaşırdı.
Adam zaten kimseye eyvallah etmeden, birinci sınıf hayatın dibini, jön gibi yaşadı.
Sonra kendimi yineliyorum.
İyi ki seni tanımışım, öğütlerini almışım…
Öldüğünü zannetme Ziya ağabeyim.
Öğütlerin de, nasihatların da, adın da hep yaşayacak…
İki arslanım dediğin Serdar Keskinışık ve Olba Keskinışık bu mirasın somut örneği…
Bir gün hepimiz geleceğiz gittiğin yere, Allah senin gibi bir isim bırakmayı nasip etsin.
Huzurla uyu…
Bir çift sözümde genç gazetecilere…
İletişim lisesi ve iletişim Fakültesi kurulduktan sonra,
Mersin’de usta-çırak ilişkisi neredeyse bitti.
Mezun olup, diplomasını eline alan ben oldum sanıyor.
Elbette bu işin eğitimini almak, tekniğini öğrenmek sizi daha iyi hazırlar.
Ama! gazetecilik bir meslek değil kültürdür, kültür!
Bunu da okulda öğrenemezsin…
Ancak ustalardan öğrenirsin.
Gazetecilik neymiş, nasıl yapılırmış bir de onları dinleyin.
Sevgili gençler alınmayın ama, bir söz vardır.
İlim insanın cehlini alsa da, hamurunda varsa eşeklik; baki kalır.
O yüzden senin bugün bir parmak ucu ile yaptığın sözde şipşak gazeteciliği,
Ustalar eskiden saatlerce, günlerce, belki de haftalarca ter dökerek, emek vererek zor şartlarda yapıyorlardı.
O yüzden kutsaldı bu meslek.
Bugün aynı kutsallığı söylemek mümkün mü?
Bu mesleğin en meşakkatli yıllarını omuzladılar.
Okullarda öğrenemeyeceğin dersler var onlarda.
O yüzden kalanlarımıza sahip çıkın.
Gidin tanışın, tanıyın.
Konuşun, dinleyin.
Yoksa senin parmak ucu ike yaptığını, yarın kıçı ile yapanların aynı muamelesine maruz kalırsın.
Tabi gazetecilik kültürü kalırsa.